30 Mart 2011 Çarşamba

İlgilendiğin konuyla neden ilgilendiğini biliyor musun?


Delilerle düşe kalka, sonunda kendi de bir çılgınlık buhranı geçirmemiş deli doktoru var mıdır? Kendini delilerle uğraşmaya adamasının sebebi, zaten içinde var olan gizli bir delilik değilse eğer, buna bile şükretmelidir. Psikyatrların çalışma konusu, çoğunlukla kendilerini etkiler. Ama bu etkilenmeden önce, pskiyatrın bu konuyu seçmesinde hangi karanlık eğilim, hangi büyüleyici korku rol oynamıştır?
Marcel Proust

29 Mart 2011 Salı

unutkanlık üzerine...

kaba adam kabalığına güler; çünkü kabadır, unutkan adam hatırlamadığına üzülmez; çünkü zaten unutmuştur.
Proust

27 Mart 2011 Pazar

Türk Basınında 29 yıl...


Blog ortağı yazar arkadaşımla yazı merakımızın bu blogla başladığını sanmayın.Bizim yazarlık maceramızın tohumları 1982 yılında atılmıştır.
O oniki ben on dört yaşındayken bir dergi çıkarmaya karar veririz.Derginin kapağındaki emzikli bebek resmine aldanmayın bu aslında bir gençlik dergisidir.


Çoğu kareli kağıttan oluşan dergi üzerinde de belirtildiği gibi "iki haftada bir çıkar".İçeriği ise "magazin, moda ,eğlence, anket, müzik, kitap, bulmaca, mizah, söyleşi ve spor " olarak belirlenmiştir.

İlk sayının ilk sayfa yazısı Binnur'a aittir.Altta verilen iletişim adresi ise benim uzun süre yaşadığım bekarlık evimin adresidir.




İkinci sayfa moda üzerine olup çeşitli gazete ve dergilerden kesilmiş resimlerin bizim dergide bir araya getirilmesinden oluşmuştur.Hakkımızı yemeyin bu da emek gerektiren bir iştir.

Üçüncü sayfada ilginç olaylar köşesi vardır.Burada Ekvatorlu Manuel Andrade tarafından bir pirinç tanesi üzerine çizilmiş resmin öyküsü benim kalemimden anlatılmaktadır.Andrade, bu resmi elinin üstünden kopardığı bir kılla ve kalp atışlarının aralarında yapmış, kalp atım aralarını uzatabilmek için de yoga dersleri almıştır(ergenliğimin yalancısıyım). 
 





Dördüncü sayfada kırk yıldan beri saçını kesmeyen Long Beach'li Mary Tucker'ın 235 cm'lik saçları, beşinci sayfada ise Lady Diana'nın hamileliği, göründüğü gibi masum biri olmayıp çok kaprisli olduğu, kaprisleri yüzünden Prens Charles'ın 27 yıllık hizmetkarını kovduğu ve en iyi arkadaşı ile küstüğü yine benim kalemimden anlatılıyor.






 
Derginin ortasında iki sayfalık kimbilir nerden apartılmış bir kişilik testi var.Abuk sabuk sorulara verilen abuk sabuk cevap şıklarından birini seçerek nasıl bir kişiliğiniz olduğunu öğreniyorsunuz.







Sekizinci sayfa "Eğlencelik" bölümü.Bu sayfada benim kalemimden "Ekmeğe neden yağ süreriz ? /gıcırdamasın diye, dışı var içi yok,dayak yer suçu yok/ top" benzeri yedi adet zeka ürünü bilmece, bir adet karikatür ve John Steinbeck'in "Cennetin Doğusu" kitabının tanıtımı yer alıyor.Dokuzuncu sayfa Şişe içindeki en küçük geminin haberini "bu da ilginç" başlığıyla ve gene benim kalemimden veriyor. Sayfada ayrıca ilerde ressam olacağımın habercisi olan şişe içinde gemi resmim de var.





Onuncu sayfa (ne çok sayfası var bu derginin yahu) gene benim tarafımdan hazırlanmış bir anketten oluşuyor. (Derginin yazı işlerine ben bakıyormuşum sanırım) Konusu "Sağlıklı bir insan mısınız?". "Sabah kalktığınız da nasıl hissedersiniz?,Dertlerinizi herkese tekrarlar mısınız?,Her zaman mutlu görünmeye çalışarak gülümser misiniz? ve Gezip eğlenmeyi sever misiniz?" şeklindeki dört adet soruya cevap vererek sağlık olup olmadığınızı öğreniyorsunuz.

Onbirinci sayfada bir genç kız çorabı ve giyimini beğendiğimiz bir kızın fotoğrafının altında Müjde Ar'la yaptığımız söyleşi yer alıyor.Müjde Ar bu söyleşide dergimizin sorduğu (!) üç soruyu cevaplıyor .Fotoğrafının altında ise "Müjde Ar bizimle konuşurken çok dalgındı" yazıyor.(Oturduğumuz yerden haber uydurma yeteneğimizle harbiden gazeteci olabilirmişiz)





Son sayfada nihayet Binnur'un el yazısını tekrar görüyoruz. Bu sayfada da "En sevdiğiniz diziler" anketi var. Alttaki notta anket cevaplarının bir kağıda yazılarak derginin başındaki adrese gönderilmesi isteniyor. Diziler "Dallas,flamingo yolu, savaş yıldızı ,tatlı sert, sekiz çocuklu aile, mavi bilye, deli (türk tiyatrosu), aşk gemisi, tatlı cadı, candy ve taş devri " olarak sıralanıyor. Üstelik anket birimiz tarafından doldurulmuş durumda. Kendin pişir kendin ye durumu var yani.

Anketin altında mizaha önem verdiğimizi gösteren bir karikatür, direksiyonda makyaj yapmamamız gerektiğini söyleyen faydalı bir bilgi ve sanatı da önemsediğimizi gösteren Leonardo Da Vincin'in bir resmi yer alıyor.

Dergimizin ilk sayısı böyle, elimde derginin bir de üçüncü sayısı mevcut ama o da başka bir yazı konusu.



24 Mart 2011 Perşembe

Beynimin meydanlarında hür atlar!


Okumak beyinde merkez kaç etkisi yaratı. Öyle hızlı döndürür ki tepsiyi kelimeler, günlük dertler usta bir çaycının çay bardakları gibi beyin çeperlerine yapışır kalır.
Sonra?
Sonra ortalık boş kalır.
İşte burası tertemiz bir meydandır.
İşte o zaman beynimizin meydanında başkalarının hayal gücünün at koşturduğunuz görürüz.

Atları koşarken seyretmek gibi özgürlük hissini körükleyen başka bir şey var mıdır?

Evham Hanım

 Evini kalesi,  yabancıyı düşmanı bellemiş konuşkan mı konuşkan, hani nerdeyse çenesi düşük bir kız kurusudur Evham Hanım.  

Evham Hanım yazık yalnız kalmasın diye boğucu ıssızlığında, ara sıra  ziyaretine  giderim. Kapısını çalar beklerim. Öyle herkese açmaz. Sadece tanıdıklarına. Çok sürmez aralanır kapı. Buyur edilirim.

Muhteşem bir evcimenliği vardır Evham Hanım'ın,çok da iyi aşçıdır.Tek sorun evinden dışarı hiç mi hiç çıkmadığı için bir parça küf kokar üstü başı ve tüm ikramları.
      
Anlatır da anlatır.Dinlerim de dinlerim.

Yarı yolda bıraktığımız tasarılar,hayal bile etmeye cesaret edemediğimiz özlemler, içimizde ukde kalanlar ve hayaller,hırslar ya da hatıralar...Vazgeç hepsinden. Kapan kendine ,kendi içine. Zira dünya kötülüklerle dolu bir kara ormandır.Fitne fücur diz boyu baksana.Hele kadınsan aman dikkat et üstüne başına,adımına adamına,sen en iyisi hiç çıkma,hiç koşturma, otur oturduğun yerde,büzül kal benimle, kabuğumuzdan ayrılmayalım.

Konuşur da konuşur.
    
Evham hanımın bir kedisi vardır.Gelir sürtünür ayaklarınıza.
İsmi ACABA.
    
Evham Hanım sual eder ki : Acaba öyle değil de böyle olsaydı ne olurdu?

Acaba filanca sene falanca kişi bana kötülük yapmak istedi mi?

Acaba seçmediğim yolları seçmiş olsaydım nerelere varırdım,  acaba hayat nasıl yaşanır bundan sonra?
      
Demlik dibini bulur,zihnim kıvamını :
     
Acaba bir gün aniden yazma yeteneğimi yitirirsem ne olurum? Acaba bir gün yazma yeteneğimi yitirsem ne olurum diye sormak sormamaktan yeğ mi beter mi?
     
Acaba olsam, ersem, varsam ne olur? Acaba olmasam, ermesem, varmasam ne olur?
     
Evham hanım konuştukça car car ,kül  rengi  tombul  kedi  ACABA ayaklarına  sürtünür mırıldanarak. Ben büzülürüm koltukta. Gözümde büyür  ulaşılmaz olur dış dünya. Baş edemeyeceğimden korkmaya başlarım. Ürkütücü bir çığırtkanlıkla seslenir toplum.
Çağırır didinmeye, yorulmaya, hırpalanmaya,savaşmaya.
     
Evham Hanım başını sallar endişeli endişeli.

"Bak gördün mü nasıl da çağırıyor toplum seni,sakın gelme oyuna,çıkma dışarı.Kal burada benimle bu kuytuda yaşlan...Ben sana kurabiyeler pişiririm daima."

Biraz daha büzülürüm koltukta. Beynim bedenime ağır gelir. Ne dışarı çıkmaya cesaretim kalır,ne de cesaretlenmek için bir sebebim.

Dağılır un kurabiyesi,mırıldanır kedi, damla damla erir ufalıveririz
Evham Hanımın sesinin dalgasında.

(Elif Şafağın kısaltarak aktardığım yazısı, umarım başka evham hanımlara da evhamlarını yazmada ilham ve cesaret verir)




17 Mart 2011 Perşembe

Bahar:Belki bir Mevsim Belki bir Ömür



Binnur Akhun Önen

Şimdi bahar… Her dalına bağlı bezleri, çaputları ile rengarenk dilek ağaçlarını seyretme zamanıdır. Çaputların rüzgara teslim uçuşan kuyruklarının peşlerine takılıp dilek tahmin etme oyunu oynamalı şimdi…Vermeli sırtını kurdelesiz, bezsiz bir gariban ağaca…. Neden bu değil de öbür ağaç seçilmiş dilek ulağı olarak bir türlü bilemeden, yürekler-dilekler ve umutlar arasında kaybolmalı….

Ama adı üstünde, “Bahar” bu, fazla kederlenmeye gelmez. Başlamışssak dileklerle dolu kalplerin ağırlığının altında ezilmeye, bizi en iyi şairler kendimize getirir...Öyle ya baharın kıymetini en çok onlar bilir, ya da onlar insanlığın hissettiklerinin “resmen atanmamış” sözcüsü gibidir...

Baharın İlk Sabahları

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karsı damda bir güneş parçası,
İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur basım havalarda.

Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne is güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: 'Sıkıntılar dursun!'
Sairliğimle yetinir,
Avunurum.

Orhan Veli Kanık

Tasavvuf erenlerine göre gönül, tanrının insana kendini sezdirdiği yer sayılır bu nedenle tanrısal bir evdir . Dört mevsim içinde gönüle en çok hitabeden mevsim bahar olsa gerek. Hepimizin içindeki tanrısal ev doğanın uzun süren bir içe kapanıklık döneminden sonra şenlenmesi ile ışıldar. Temizlenmiş paklanmış evlere konuk almak ister, aldığı konuğu baş köşeye oturtmak ister insan. İşte bu nedenle bahar aşk mevsimidir, baş köşeye oturtulacak birisinin arayışı içinde insanlar, her gün sokaklarda birbirlerine teğet geçerler bilmeden ne kaybettiklerini...Kimi zaman denk gelir; büyük bir aşk doğar, kimi zaman denk gelmez; bir bahar daha yanlış insanla harcanır gider...

Bir de dostlar vardır aşk’dan da üstün, bitimsiz, bir bahara sıkışıp kalmamış... İşte onlar gidince biter bahar, yapayalnız kalınır hayatın kışına karşı.

MEVSİMLER

Bu kışı da devirdik derdi,

Şubat’ta bir gün güneş açacak olsa.

Saçmalama, derdim, kar bile yağar haftaya.

Olsun, ne önemi var, ne kaldı ki

Şunun şurasında ilkbahara?

Telefona sarılırdım kar yağdığında sonra ,

Hani, derdim, hani bahar, dışarı baksana!

Say bak, derdi, kaç günü kalmış Şubat’ın.

Tartışırken biz böyle, bahar geliverirdi.

Daha kötüsü, Ağustos başlarında,

Yeni dönmüşken Londra’dan ben,

Bu yaz da bitti, derdi birden, Ağustos’un

Kıştır zaten yarısı. Dönüşün yaklaştı.

Hayır, derdim, dışarısı kırk derece,

Dört haftası var bu ayın daha;

Buna bir de pastırma yazını ekle.

Ne eklersen ekle, derdi, geliyor işte kış yine.

Aceleye getirmeyi sevmem ben mevsimleri.

Zaten geçiyorlar. Zaten geçiyor yıllar.

Beş kış devirmişim işte Fikret gideli

Roni Marqulies



Resim=Monet- eşi Camille resim çizerken...

Yazi: Cok eskilerden, Izmir Plus dergisine yazdigim bir yazi...

12 Mart 2011 Cumartesi

Ne zaman bira-patates yapıyoruz?





Tarih              : 2 ocak 1987
Yer                 : Bornova Evim Pilsen birahanesi
Başrollerde    : Emrah, Nüket, Meral, Aycan ,Ülkü ve ben.

         Bir kişi kola içtiğine göre geri kalan beş kişi 11 bira içmişiz. Biranın yardımcı oyuncusu kızarmış patates de iki porsiyon söylenmiş. Sohbetler, geyikler gırla gitmiş...

         Sanırım çakır keyif olmuş ve biraz gürültü çıkarmışız , birahane sahibi kalkalım diye biz istemeden hesabı getirmiş. Cebimizdeki paraları birleştirdiğimizde hesaba yetmediği görülmüş ve hesabın kalan kısmını tamamlayan Emrah yemediği patateslerin de parasını ödemiş.

         Günün anısına birahane faturası herkes tarafından imzalanmış. Size kolaylık olsun diye kişiler ve yazıları şöyle:

Aycan : "enf  kötüfjj  günümüzfcz böylegf olsungfchz"

Emrah : "Patatesler de çok güzeldi !"

Meral : "Birdahaki sefere daha iyilerine"

Nihal  : "Yökten atılmadan önce birahaneden atıldık.Hayırlısı"

Nüket : "Şimdi aklıma bir şey gelmiyor ama iyiydik be abi"

Ülkü  : "Böyle yerler bana gelmez"

(in alfebetic order)



evet ne zaman bira-patates yapıyoruz?










1 Mart 2011 Salı

sevilmekten kaçamazsın

"Onun kadar sessiz ama gözleriyle bu kadar geveze birini tanımamıştım."
"Vücudumdaki son su damlası da gözlerimden yaş olup akıncaya kadar ağladım"
"Bu kızın iyiliği her hücremi acıtıyor"
"Hikaye" dedi ihtiyar adam "Dinleyecek kulak olduğunda anlatılır"
"Bazı zamanlarda" diye söze girdi terzi."Değiştirmek için mücadele etmemek daha iyidir.Kabul etmenin de iyi yanları vardır.
"Tanrıya güvenmelisin.O herkesin istediğini verir.İnsan seçimlerinden memnun kalmayınca ona verilmiş olduğunu unutmayı tercih eder.
"Suçu başkalarına atmak rahatlatıcı olmalı" 
"Ne tür bir cehennemdeyim ben?"
"Kendi hayatındasın..."
"Ben rüyadayım değil mi?"
"ya uyanmışsan?"
"Sen hiç bırakmadın ki!"
"Sen nereden bilebilirsin ki bunu:Tabi ki bıraktım"
"Üstünü örttün,görmezlikten geldin, gömdün yada yok etmeye çalıştın. Ama
hiçbir duygunu, acını, nefretini, kırgınlığını, kinini, asla bırakmadın"
"peki biri senin aşık olduğun birine...aşık olsa ne hissedersin?"
"Ne güzel derim. Aşık olunacak birine aşık olmuşum"
"sevilmekten kaçamazsın" dedi kız gülerek."Sana inandırıcı gelmese bile"

"Neden bu kadar üzgünsün?"
"bilmiyorum"
Yanıma geldi. Gözlerimi bulmaya çalıştı.Görmek istemiyordum ama, yakalandım. Yumuşacıktı bakışları.Gülümsemesi gözündeydi sanki...
"Seni sevmek bu kadar zor mu?" dedi.

Benim okumaktan,konuşmaktan zevk aldığım yazar arkadaşlarım var.Biri sizinde burada benim gibi zevkle  okuduğunuz ve yazdığı kitabı ile Paris'e ödül almaya gidecek olan blok ortağım.
Bu cümleler ise Levent'in lise, benim orta yaş arkadaşım  Sevgi Saygı'nın  en  sevdiğim kitabı "Gezgin" den alıntılandılar. Böyle ayrı ayrı size çok anlamlı gelmeyebilir ama kitabın bütünlüğü içinde çok anlamlı cümleler.
Bence "Gezgin" gözden kaçmış ve hakkı yenmiş bir kitap.Kitapta bir gezginle birlikte yola çıkıyorsunuz ve yolun sonu kendi içinize varıyor.
Hele çocukluğunuzdan kırgınlıklar ve üzüntüler taşıyorsanız -kim taşımıyor ki- göz yaşlarınızı tutabilmek ne mümkün.
Sevgi'den daha çoook kitap okumak istiyorum.