31 Ocak 2011 Pazartesi

30 Ocak 2011 Pazar

ait olamamak!



Önceleri popülaritesinden rahatsız olduğum için, sonraları 20 metre ötesinde deterjan, et, ped vs bulabildiğim mağazalarda bulabilmekten hoşlanmadığım için ancak yine de elime alıp evirip çevirmekten ve bir de çevirisini beğenmemekten mütevellit burun kıvırmalar eşliğinde raflara geri koyduğum bir kitap Ye, dua et, sev.

Bir kaç bardak biradan sonra kime sorsanız adı ye, iç, ..ıç, koş, atla hopla, zıpla vs, vs. olarak degiştirilebilcek, ancak her türlü değişime rağmen gençliğini 80'lerde yaşamış tüm kitap kurtlarına bir Nihal Yeğinobalı çevirisi tadı veremeyecek bir kitap bu bahsettiğim.

Zaman zaman ukalalık ruha iyi gelir, nasıl olsa öyle veya böyle hepimiz ölmeyecek miyiz?
O halde söyleyeyim de rahatlayayım. İddia ediyorum bu kitabı ben daha iyi çevirirdim, ancak bu başka bir günün konusu ve kabul edelim ki kendi yayın evim dahil hiçbir yayınevi bana bir kitap çevirmem için fırsat vermiyor. Bu durum bana bazen bir işi icra edebilmek için doğru zamanda doğru yerde olma gerekliliğini bir kez daha hatırlatıyor ve ben yine doğru zamanda doğru yerde olamayanım heyhat!

Tüm bu laf salatasına maruz kalma nedeniniz ise tamamen çeviriden bağımsız, ve tamamen kitapta bende iz bırakan bir cümle (ya da paragraf) ile ilgili.

Tüm yaşamını bir kenara koyarak bir yıllık bir İtalya, Endonezya ve onun gibi bir ülke daha "trip"ine girecek kadar geniş bir hesap defteri ve tam olarak olmasa da "hayat bir keredir ulen! başlatmayın" tarzında kelimeleri sevgili kocasına sarfedebilecek kadar sağlam bir "göz"e sahip kahramanımız nihayetinde İtalya'dadır.

Peki ama öncelikle niye İtalya? Çünkü kahramanımız o ülkenin dilini sırf ona şiirsel geldiği için öğrenmek ister (bu duygu bana çok tanıdık geliyor, ancak ben gidemediğim İtalya'yı "siz bize gelmezseniz biz size geliriz" mantığında çalışan kültür merkezlerinde düzenlenen dil kursları ile anlamaya çalıştım- ve hep bir şeyler yarım kaldı).

Kitap kültürel anlamda öyle gerçektir ki itiraf etmeliyim ki hiç bir İtalyanca kursunda öğrenemediğim İtalyanca küfürler, sayesinde dağarcığıma girer.
Oysaki ben şimdiye kadar "stronzo"*dan başka yakası açılmadık küfür bilmeyen bir insanımdır, ancak bundan sonra bir İtalyanla dikleşme olasılığına ve olası hakaret davalarına karşı avukatımı yanımda taşımak zorunda kalmak gibi yeni bir durumla karşı karşıyayımdır.

Fakat yine de anlatacağım bu veya bunlar değil...

Kahramanımız Liz, sokaklarında 4 ay boyunca avere avere dolaşmak için neleri vermeyeceğim Roma'da bir gün arkadaşına şöyle der:

"Burası benim şehrim değil! Ben burada kalamam. Şu kadınla ben (söz konusu kadın yazarın seksi kadınları harika bir şekilde özetlediği şekilde "siz bana bakabilirsiniz ama ben size kesinlikle bakmayacağım!" türünde bir fulaksesuar züppedir) aynı şehrin insanı olamayız!" der.

Liz'in muhattabı o anda çok bilgece bir yorum yapar. "Çünkü," der "her şehrin bir kelimesi vardır, ve bu kelime sana uymalıdır. Roma'nın kelimesi "sex"tir ve bu tanım sana uymuyor."

Sağduyulu okur bu cümleden sonra şöyle bir duraksar, çünkü onun yaşadığı şehir için bir kelime bulmak adına gerekli zaman ihtiyacı vardır.

Ve okur farkederki son 5 yıldır yaşadığı tutuculuğu ile ünlü şehire ait bir kelime (veya kelime bütünlüğü) varsa o da olsa olsa "öteki dünya"dır.

Oysaki doğduğu kent, İzmir'i yalnızca ve yalnızca " yaşam" sembolize etmektedir.

Okunan kitap popülerdir, okunan kitap et, deterjan, ped raflarına 20 metre ötede bile bulunabilimektedir ama içindeki bir cümle için bile almaya değerdir.

"Şimdi artık neden bu kente ait olamadığımı anlıyorum.

Teşekkür ederim"
denir
ve yazı bitirilir.


NOt: Stronzo: Shit (Türkçe söyleyince ağır geliyor -kusura kalmayın :))

26 Ocak 2011 Çarşamba

Borges ve Nihal'e cevap


Eger yeniden baslayabilseydim yasama,

Ikincisinde nevrotik olmazdım

Böylece varlığımın tadını çıkarmak yerine “evren nasıl oluştu, ben nasıl oluştım?” diye onu sorgulamazdım.

Ve gece kuşları bile sus pus olduğunda

“Zaman sadece dünyanın güneşin çevresinde dönmesidir,” diye kendimi avutmakla uğraşmaz, sadece sırt üstü yatardım.


Neseli olurdum, ilkinde olmadigim kadar.

Çok az seyden korkardım.

Yokoluş fikri sorun olmazdi aslinda,

Daha çok varolduğuma odaklanırdım,

Ve daha fazla seyahat ederdim elbet,

Hem de bu kez aklımda yolda belde ölmek kalmak korkusu olmadan.

Daha çok kahkaha atardım, daha temiz kahkalar

Ki o kahkahaların ardında olmazdı bir gün öleceğimizin gölgesi,

Daha çok adanırdım içinde olduğum zamana

Daha hafif gelirdi kulağıma tik taklar

Buzdolabım yazdan ayıkladığım bezelyelerle dolu

Sadece bunun sayesinde bile belli içimdek gelecek korkusu

Yasamin her anini gerçek ve verimli kilan insanlardan miyim bilemiyorum ben.

Yeniden baslayabilseydim eger,


Yanliz mutlu anlarim olurdu.

Farkinda misiniz bilmem, Yasam budur zaten:


Anlar, sadece anlar, sizde ani yasayin.

Her yere ihtiyacım olabilecek her türlü malzemeyi akıl etmeye çalışarak gidenlerdenim ben.

Yeniden baslayabilseydim ilkbaharda pabuçlarimi firlatir atardim.


Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çiplak ayaklarla

Böbreklerimi ve yumurtalıklarımı düşünmeden.

Bilinmeyen yollar kesfeder, güzelin tadina varir,


Çocuğumla daha çok oynardim, bir sansim olsaydi, eger.

Ama iste 40'ındayım ve ve biliyorum...

Hayatımın içine ediyorum…


25 Ocak 2011 Salı

mükemmelliyettt

Eger yeniden baslayabilseydim yasama,

Ikincisinde daha çok hata yapardim.

Kusursuz olmaya çalismaz, sirtüstü yatardim.

Neseli olurdum, ilkinde olmadigim kadar.

Çok az seyi ciddiyetle yapardim.

Temizlik sorun olmazdi aslinda,

Daha çok riske girerdim,

Daha fazla seyahat ederdim, 

Daha çok günes dogusunu izler,

Daha çok daga tirmanir daha çok nehirde yüzerdim.

Görmedigim birçok yere giderdim, 


Dondurma yerdim doyasiya ve daha az bezelye.

Gerçek sorunlarim olurdu hayali olanlarin yerine.

Yasamin her anini gerçek ve verimli kilan insanlardandim ben.

Yeniden baslayabilseydim eger, 


Yanliz mutlu anlarim olurdu.

Farkinda misiniz bilmem, Yasam budur zaten: 


Anlar, sadece anlar, sizde ani yasayin.

Hiçbir yere yaninda termometre, su ,şemsiye ve parasüt almadan gitmeyen insanlardandim ben.

Yeniden baslayabilseydim ilkbaharda pabuçlarimi firlatir atardim.


Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çiplak ayaklarla.

Bilinmeyen yollar kesfeder, güzelin tadina varir, 


Çocuklarla oynardim, bir sansim olsaydi, eger. 

Ama iste 85'indeyim ve biliyorum...

Ölüyorum...
 
Jorge Luis Borges

Bu şiiri, pırıl pırıl bir ev ve nefis sofralar sunarak dört dörtlük bir ev sahibi olmak için kendini paralayan,kendisi öyle düşündüğü için  herkesin de ondan mükemmel olmasını beklediğini sanan, ev kadınlığını eleştirme ve beğenmeme işini kimselere bırakmayıp bizzat kendisi yapan, stresli ev sahibinin misafiride gerdiğini  ve ev sahibinin temizi, titizi ,mükemmeli değil hoşsohbetlisi ve halden anlayının makbul olduğunu unutan sevgili dostuma ithaf ediyorum.

...


haz veren hersey tukaka... neden?
hedonistler mi yanılıyor biz mi?

24 Ocak 2011 Pazartesi

Henüz erimemiş püsküüüt


Hayatın tam orta yerine bir püsküüüt bandırdım. Muhteşem olacak tadı, ancak ona bu ihtişamı yükleyen her an eriyip gitme riskidir. Eriyip de molekül molekül hayatın damarlarına karışmak ihtimali.

Ve yaşama sanatı dedikleri,
muhtemelen püsküüüütü erime anından göz açıp kapama süresi kadar önce çekip mideye indirmektir...

Orhan Pamuk "Kara Kitap"ı yazdığı için Nobel aldı



    Şu an herkesin kolayca dile getirdiği, binlerce kürt ve ermeninin yanlış politikalar sonucu öldürülmüş olduğunu kimsenin söyleyemediği yıllarda dillendirdiği için almadı “Nobel”i (bir kelime Orhan Pamuk okumamışların yada Pamuğa karşı “Salieri” hisleri besleyenlerin iddia ettiği gibi).

    Ben onun nobeli “Kara Kitap”ı  yazdığı için aldığından kitabı üçüncü kez ve göz yaşları içerisinde bitirdiğimde emin oldum.

    Kara Kitap’ı ilk okuyuşumda, yazarın uzun , ayrıntılı, büyüleyici cümlelerine, iç içe geçen bin bir çeşit öyküye, Galip’in hüznüne, Rüya’yı sevme biçimine ve Celal’in insanı kendi derinliklerine götüren  makalelerine hayran olmuştum.”Orhan Pamuk bu kitabın üzerine artık ne yazabilir?” diye düşünmüştüm. Sonrasında çıkan ve kimini sevip kimini sevmediğim tüm diğer kitaplarını hep “Kara Kitap”ın hatırına okudum.

    Kara Kitap'ı okurken Galip’in Rüya’yı sevme biçimini kıskanmış,”beni de böylesine seven biri olsa keşke “diye hayal etmiştim.Yıllar sonra hayalim gerçekleşip  evlendikten sonra kitabı ikinci kere elime aldım.Bu sefer kitabın ilk sayfasında Levent’in Şeyh Galip’ten benim için yazdığı iki dize de vardı.İkinci kere okuyor olmama rağmen bazı hikayelerin ilk kez farkına vardığımı hayretle fark etmiştim.

    Levent’in gidişinden sonra eski bir dost gibi kitabı üçüncü kere elime aldım.Yine daha önce dikkatimi çekmeyen ama şimdi hoşuma giden tadlar bulduğum gibi üzüntüme, hüznüme ortak olan cümleleriyle de ağladım:

    “Rüya’nın anılarıyla hazırlıksız bir zamanda karşılaşmamak için hayatımı, pek de sıkı olmasa da, bir denetim altında tutuyor, beklenmedik bir zaman ya da yerde üzerime çökmesinden korktuğum hüzünden dikkatle kaçınıyordum….”

    “Bazen yazıhanemdeki eşyalar arasında, bir odada, tuhaf bir şekilde gözümden kaçtığı için atılmamış eski bir eşyasına rastlıyorum hala.İlk tanıştığımızda üzerinde gördüğüm çiçekli elbisenin mor düğmesi;birini saçlarına iki eliyle yerleştirirken öbürünü dudaklarını kenarında tuttuğu küçük, kara firketeler;   Suzan Yengenin saç fırçasına takılı kalmış saç telleri.
Bu nesnelerden birini Nişantaşı sokaklarındaki, apartman önlerindeki çöp tenekelerinden birine usulca, saygıyla, titizlikle bırakıp kaçmadan önce, onları birkaç gün, bazen birkaç hafta,hatta –peki peki- bir iki ay kirli ceplerimde taşır, onlardan acıyla uzaklaştıktan sonra bile, bir gün anılarıyla birlikte bu hüzün eşyalarının da bana tek tek geri geleceklerini düşlerdim.”

Ekşi sözlük Kara Kitap için der ki:


"orhan pamuk'un bence en başarılı eseri
gizem ve mistizmi çok iyi kullanmış
tedbil-i kıyafet, haliçteki hazineler, yüzleri okuma, yeraltı dehlizleri, görev için yola düşen cellatlar...

tam olarak bir arayış ama tüm zahmet okuyucunun.
çünkü yazar önce hazineyi pul pul saçmış etrafa, sonrada üzerine sapla samanı atmış.
bul bulmak istediğini.
ya da mehdi
yi bekle kitaptaki gibi"

"anlattığı pek çok şey, içerdiği bir sürü oyun. herşeye eyvallah. ama kara kitabı bambaşka kılan bir diğer şey içine girdiğiniz, nerdeyse soluduğunuz atmosfer. acaba böyle birşey miydi kentten yükselen şüphe, kentin karanlığı hep aynı mıydı, birbirinin yerine yazan yazarlar, ucu bucağı bulunmayan cinayetler mi vardı. bir padişah kendisini aramış mıydı hiç. bir berber, bir berbere aynı endişeyle bunaldığını söylemiş miydi. galiple birlikte sokaklarda gezinmek, büyülü kente girmek, her suratın arkasında başka birini görmek her öykünü bir başkasının öyküsünden bilmek. darbe öncesi karanlık sokaklarda, arkadan vurulacakmış gibi ama bunu hiç bilmeden rüyada gibi rüyayı arayarak dolanmak."

21 Ocak 2011 Cuma

Kaan Hocam siz gelmezseniz biz size geliriz.


Herkes bilir
ama bilmeyenlere bilenler anlatacak Nasreddin Hoca öyle dedi :)
Ortadaki resim esas olan. (Magritte'den The Son of Man.)
sagdaki ve soldaki işin fırlamalığı...

20 Ocak 2011 Perşembe

Peki ama neden ben?


Varsayalım ego sorunu var
ve varsayalım ruhu bilinmedik dünyalarda yapılabilecek onca "sürrealist" işi bıraktı ve benimle ilgilenmeye başladı; Proust'un bana sorabileceği tek soru bu olsa gerek: Peki ama neden ben?

Bilmiyorum Sevgili Marcel, bilmiyorum.

Yine de kişisel hünerlerinden af dileyerek belki bir neden sunabilirim sana: Ben takıntılı bir insanım. Kimileri buna tutuculuk da der. Ancak son yıllarda tutuculuk bağnazlıkla eş tutulduğu için biz öyle demeyelim. Çünkü takıntı her ne kadar adamı hasta etse de bağnazlığa yeğdir. Ve takıntılar şimdiye kadar "karanlık" diye betimlenerek tukaka edilen yüzü gibidir ayın.

Oysa aydınlık denen yüzde, ayın tabak gibi kendini teşhir ettiği bir gecede net bir şekilde görülebileceği gibi bir tavşan durmaktaysa eğer, karanlık yüzde neler neler vardır kimbilir?

Ve ev işlerinin bini bir para "likidite"sinde boğulmuş bir kadın takıntılar denizinde ne heyecanlar bulur ve o denizlerde bir arkafon müziği gibi sinsice ama sürekli varoluş bulan fırtınalarında ne büyük hezeyanlarla oradan oraya savrulur kim anlayabilir?

Cevap veriyorum doktoru :)
Şah mat !

Yok öyle yağma, ben tüm depresyonlarımı tüm endişelerimi, içimde özenle yeşerttiğim tüm korkularımı karanlığında ne bir payı ne de emeği olan bir el adama sunacağım ve bir anda afişe edecegim ha?
Yok öyle yağma!
İnsan hiç ruhunun gizli yerlerini, en kuytu köşelerini pardesü açar gibi, açıp da teşhir eder gibi insanlığın "ortak" kullanımına sunar mı?
Sunmaz...

Ve fakat takıntılar denizinde sallana sallana, ve dahi bulana, yeşere gitmenin yine de çok öznel, çok özel, çok sana has seçimleri vardır.

Ve tekrar "fakat" dersek, yalnızlığının dışında oluşturduğun çemberin de bir sınırı vardır, ve istersin senin gibiler sana değsin.

Ruh karmaşası bahanedir Proust şahanedir.

Aslında işin kötüsü o kadar da iyi değildir belki Proust.
Ve bir insan deliliğini itiraf ettikten sonra kral çıplak demek ne kolaydır ve ne tatlı.

Ancak yine de Paris'e gittiğimde şu adamın yaşadığı evi görsem, o evi görmeye gelenlerle sohbet etsem (çember teması yapsam) derken yakalarsın kendini. Tüm bu düşün ve çember karmaşası içinden belki gerilerden bir yerden, cılız bir ses gelmektedir. Marcel, kendi derdine düşmüş bir hayranlar grubuna seslenmektedir: "Peki ama neden ben?"

Çünkü Marcel çünkü,
susmak bilmeyen bir beyin taşımak ne demek bilirim. Heyhat ben ondan senin yararlandığın gibi yararlanabilmiş değilim. İşte bu yüzdendir sana olan ilgim. Ki ben, tıpkı o diğer kayıp ruhlar gibi, yapamadığımı yapabilenlere hayranlık besleyenlerdenim....


Not: marcel manyaklarınca gerçekleştirilmiş Marcel'in yaşadığı - gezdiği yerler turuna gider...

17 Ocak 2011 Pazartesi

kim woody olmak ister?

Tum ince zekasına ve cebindeki milyon dolarlara ragmen ben de istemezdim woody olmayı :)

Huzurlarınızda Woody Allen!

  • Arkadaşlar oturmuş bisküvi yiyordum,tam o sırada ruhumun bedenimi terk edip telefon etmeye gittiğini hissettim.
  • Ve İshak 'ı aldı ve belli bir yöne götürdü ve onu kurban etmeye hazırlandı, ancak son anda Tanrı İbrahimin elini tuttu ve dedi ki :"Böyle bir şeyi nasıl yaparsın?" Ve İbrahim dedi ki "Ama siz demiştiniz ki..." "ne dediğimi boş ver" dedi tanrı."önüne çıkan her saçma sapan fikri dinler misin sen? "Ve İbrahim çok utandı. "şeyy...tabi dinlemem"  "ben sana şaka olsun diye İshak'ı kurban et diyorum, sen hemen koşturuyorsun"  Ve tanrı "inanmıyorum,espriden hiç anlamıyorsun"diye gürledi. "Ama biricik oğlumu size sunmak istemem, sizi ne kadar sevdiğimi göstermez mi?"  Ve tanrı dedi ki "bu bazı kimselerin rezonansta olan ve iyi modüle edilmiş bir sesin vereceği her emre ne kadar eşşekçe de olsa uyacaklarını kanıtlar.
  • Ne olurdu tanrı bana varlığına dair bariz bir işaret gönderseydi...Örneğin,bir isviçre bankasına benim için yüklüce bir para yatırmak gibi.
  • New York Üniversitesi'nden birinci sınıftayken atıldım. Metafizik sınavında kopya çektiğim için. Yanımdaki çocuğun ruhuna bakıyordum.

15 Ocak 2011 Cumartesi

Kimdir bu Laura Hermosillo!!!!!


Arkadaki fon tanıdık, püsküüüütü çayda eritenlerden ressam olanının bir resmi. Ama size resim tanıdık gelmediyse bile ortam yine de tanıdık gelmiştir, burası elbette facebook...
Fakat tuhaf olan hata mesajı.
Facebook zaman zaman verdigi bu error mesajı ile ekrana miskin miskin bakan gözlere hareket geitiriyor.
Zira "dumur" denen eylem kendisini en iyi gözlerde ifade eder :)
Bi bilen merci olarak google'a danışıldığında ise "yok böyle bir şahıs" modunda bir durumla karşılaşıyorsunuz.
Böylesine etkileyici bir şekilde uçuk virüsünü hatırlatan bir isim ziyan olmasın.
Bu ismi ilham perime veriyorum.
Var mı itirazı olan?

14 Ocak 2011 Cuma

Dostumla düet

            Önce gözlerim doldu ,sonra gözüm korktu.Ben yazıdan korkarım, sonunu getiremezsem,bir şey çıkartamazsam ,abuklarsam, sabuklarsam diye.
            Üzerinde dikkat çeken renkli bir resmin altına yazması kolay.Yazıyı beğenmeyene resim var çünkü. İkisini de beğenmeyene de başka bloglar var.
            Ama konuşacak çok konu varsa yazacak da çok konu var demektir.
            Karagözüm ben geldim, bıy bıy bıy:)

Sevgili dostum, Yeni bir defter aldım bize....

Bu defter, bildik düzene karşı düzensizce bir düzen tutturmanın defteri olacak.

Kendi hayat tarlanı sürerken sen,
elbet ağzının kenarından yarısı içilmiş bir sigara gibi,
kendi ezgin sarkacak

Ve ben
yüzlerce kilometre öteden
eşlik edeceğim şarkına

Bilerek elbette
senin de kulak kabartacağını
benim ezgimin yankısına....