23 Haziran 2011 Perşembe

Bu yazı epik tiyatro üzerine değildir!

Niye yazıyorsun?

Bir zamanlar dünya üzerinde var olduğumu belgelemek için…

Fakat detaylarıyla.

Yoksa nüfus kütüklerinde, sen hiç birşey yapmasan da, var olmaya devam edeceksin.

Fakat detaysızca.

Oysa şeytan detayda gizlidir, ve onun diyalektik karşılığı olan melek de elbet.

Detay önemlidir. Yüzeyden kaçış, nefesini tutup daha bir derine iniş demektir.

Ve çok az insan senin için nefesini tutar, dibe iner, dibine iner ve belki tam da işte o anda ayaklarını vurduğu gibi yüzeye çıkar.

Ama bu kez dolu dolu.

Epik tiyatro gibi…

Öyle bir şey kalmış aklımın süzgecinde hocanın anlattıklarından. Her insan anlattıklarıyla bir resim çizmez mi zaten sana. Belki de eline tutuşturulan malzemelerle resmi çizen sensindir ya, hadi neyse!

Düz bir çizgi gibi kalmış sıradan hayat, anlattıklarından hocamın tekinin.

Ama Brecht’e takmış o adam demişti ki bir epik tiyatro eserini izleyen insan, oyundan çıktığında tekrar düz bir çizgi ile hayatına devam eder; ancak bu kez daha yüksekten devam eden bir düz çizgi halinde…

Derdim dünyam olmayan insanların çizgileri değil…

Derdim beni bilen, beni ben olarak kabul eden insanlara kendim hakkında biraz daha detay sunabilmek.

Kendi kişisel tarihimi (yazmadıgım ve düşünmediğim, düşünmedikçe nöronlar arası alışveriş oranını düşürüp unutuluş çöplüğüne ittiğim) kalıcı kılmak.

Benimkisi beni ilgilendiren insanların kalbinde daha derin (ama acısız) çizikler bırakmak isteği.

Benimkisi Milan Kundera’nın dediği gibi bir nevi “küçük ölümsüzlük” peşine düşmüşlük…

Henüz gelmemiş günlerin (ve ben öldükten sonra geleceğini umduğum, bu yüzden bana “gün”gibi değil, işte tam o zaman kocaman bir boşluk gibi gelmesini hayal ettiğim) düşünü kurmak çok ağır olsa da, ben öldükten sonra ölecek olan sevdiklerim ile ölmek…

İşte bu, küçük ölümsüzlüktür.

Büyük olanı, tüm dünyaca anımsanmak…

Bana sorarsanız, tenimin nasıl koktuğunu, saçımdaki inatçı kıvrımları, yorgun ve konsantrasyon ihtiyacı içinde iken nasıl sinirli olduğumu, çocukken alınmış geniz etimden dolayı geceleri bir bebek sessizliğinde uyuduğumu, ağlarken yüzümün nasıl buruştuğunu, sağ kolumun bir doğum defekti neticesinde tam açılmadığını, kızıma da geçirdiğim genel vericiliğine / nadide alıcılığına sinir olduğum kan grubumu, karanlıktan korktuğumu, asansöre binerken gerilen yüz ifademi, tüm kedileri annesinin çilekli- şekerli pastası diye sevdiğimi, kavga döğüşlü filmler seyredemediğimi, şehit haberlerinde kahrolduğumu bilen sevdiklerimin anında kanal değiştirdiğini, kadın olarak doğduğum için hem çok küskün hem de çok gururlu olduğumu bilmeyen insanlar beni ben yok olduktan sonra hatırlasalar ne olacak?

Fakat işin kötüsü şu ki, artık tüm bunları bilir gibisiniz.

Büyük ölümsüzlük, sana göz mü kırpıyorum ne J

8 yorum:

  1. bu yazı için büyük tanrı sipra'ya bi şişe şarap adayacağım :)

    YanıtlaSil
  2. sonunda yazı cıktı diye mi? :)

    YanıtlaSil
  3. hazır cevapsın kuziiiiiiiim benim :)
    hangi tür ölümsüzlük sormayım bari :)

    YanıtlaSil
  4. farkettim ki benim ağlama duvarım nihaventrenkler,seninki püsküüt olmuş...birlikte ağlamayı özledim :)

    YanıtlaSil
  5. daha da iyisi birlikte gülmek be kuzi :)

    YanıtlaSil
  6. O halde birlikte aglamak icin simdilik mesafeleri asamıyorsak eger püsküüütte buluşalım kuzi...

    YanıtlaSil